Son yarım yüzyılda, bölgemizde yaşanan savaşlar, göçler ve artan terör eylemleri
ile depremler nedeniyle akut stres bozukluğu (ASB) ve posttravmatik stres bozukluğu
(PTSB) olguları psikiyatri profesyonellerini çok meşgul etmektedir.
Psikolojik travma, bu gibi travmatik olaylarla karşılaşan insanların yaklaşık
dörtte birinde görülen disosiyatif bozukluklarla hipnotik fenomenlerin ilişkileri
ve disosiyatif bozuklukların tedavilerinde hipnozun yeri konuları giderek önem
kazanmaktadır.
DSM-5, PTSB tanısında travmanın objektif ve subjektif etkilerinin ayırımını, hem
travmatik olayın doğasını ("gerçek veya gerçekleşebilecek ölüm ya
da ağır
yaralanma tehdidi ya da bireyin veya başkalarının fiziksel bütünlüğüne
yönelik
tehdit") hem de bu olay karşısındaki bireysel tepkiyi
(
"şiddetli korku,
çaresizlik veya dehşet hissi" ) belirterek
yapmaktadır( 1,2).
DSM-5 tanı ölçütlerinde de belirtildiği gibi, travmatik olaylar sırasındaki ve
sonrasındaki disosiyatif yaşantılar çoğu
zaman, duygulanımın dikkat çekecek şekilde yokluğuyla karakterizedir. Bu duygulanım
eksikliği çoğu kez, emosyonel veya
psişik uyuşma olarak tarif edilir ve duygulanım sınırlanması, emosyonel tepkinin
yokluğu, diğerlerinden kopmak veya
diğerlerine yabancılaşmak ya da her zamanki aktivitelere karşı ilgisizlik gibi
semptomlara neden olur. İlk yayınlarda
"savaştan kaynaklanan şok" ya da "akut savaş nevrozları" olarak sözü edilen bu
semptomlar daha sonra, ASB veya PTSB
tanısının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Bugün için psişik uyuşmanın DSM-5'teki
ASB veya PTSB tanısında geçerli
semptomlar kimliğini taşıması, söz konusu disosiyasyonun, söz konusu tanılarda
normal duygulanım tepkilerinin bozulması
şeklinde bulunabildiği izlenimini vermektedir(3).
ASB tanısı için, travmatik stresi izleyen 1 aylık süre içerisinde bir zorlama, bir
sakınma ve bir de aşırı uyarılma
semptomuyla birlikte olmak üzere en az 3 disosiyatif semptomun:uyuşma, amnezi
(geçici unutma), çevrenin daha az
farkında olma, depersonalizesyon veya derealizasyon varlığına ihtiyaç vardır(4).
Disosiyasyon, normalde bir bütün oluşturan ve bilinçli farkında olma fonksiyonunun
erişebildiği algılama, duygular,
anılar ve kimlik gibi mental süreçlerin; birbirinden ayrılması olarak tarif
edilebilir (5). Disosiyasyon, etkilenen
psikolojik alanlara bağlı olarak çeşitli şekillerde gözükebilir. Örneğin bir bireyde
disosiyasyon, spesifik bir
psikolojik alanın içeriğinde belirebilir ve bireyi, kendi fenomenolojik dünyasında
genellikle mevcut deneyimlerini
bilinçli olarak yansıtamaz duruma sokabilir (örneğin histerik körlük,sağırlık,
amnezi, v.b gibi). Birey bu
deneyimlerinin farkında bile olsa, bunlarda bir niteliksizlik ve bunlarla kendi
arasında bağlantı kuramama durumu
(depersonalizasyon, derealizasyon, füg durumları) ya da bireyin kendi iç
deneyimlerini veya eylemlerini dışa
vurduğunda istemli olarak kontrol edememesi (PTSB flashback'leri, davranışsal
otomatizm, cinnet durumları) söz konusu
olabilir ( 1 ).
Kihlstrom(6) , bilinçlilikte, farkında olma fonksiyonunun ve istemli kontrol
fonksiyonunun anahtar rolü oynadığını;
disosiyatif semptomların ise bu süreçlerden birinin ya da her ikisinin bozulmasını
temsil ettiğini öne sürmüştür.
Bizce bu, yerinde bir görüştür ve bundan sonraki satırlarda disosiyasyonla
bağlantılı psikolojik bozuklukları kısaca
tanımlamak amacıyla "dissosiye farkında olma fonksiyonu" ve "dissosiye kontrol
fonksiyonu" deyimlerini kullanacağız.
Hipnoz ise, yapılandırılmış kontrollu bir disosiyasyondur (7) ve çevrenin bilincinde
olmanın ve kritik kontekstüel
değerlendirmenin nispi olarak askıya alınmasıyla birlikte ortaya çıkan, uyarılmış
bir fokal konsantrasyonun söz
konusu olduğu, kontrollü ve yapılandırılmış bir disosiyasyon olarak kabul
edilebilir(8,9 ). Hipnozda disosiyasyona
ek olarak, hipnotizabilite (hipnoza yatkınlık) (=suggestibilite= telkiniyet veya
etki altında kalma) ve
dalgınlık(=absorption) şeklinde iki komponent daha vardır(1).
Hipnotizabilite (hipnoza yatkınlık) (=suggestibilite = telkiniyet veya etki altında
kalma) hipnozun üçüncü yönü, sosyal
olaylara artmış bir tepki vermek olarak tarif edilmiştir . Bu özellik de, aşağıda
açıklanacak dalgınlık(
absorption)'taki odaklanmış farkında olma fonksiyonundan kaynaklanıyor olabilir;
çünkü hipnoz durumunda bulunan bir
kişi, farkında olma fonksiyonunun yalnızca bir veya iki yönü üzerinde odaklanmış
durumdadır (ve bu nedenle de)
deneyimlerinin anlamlarını kritik olarak daha az yargılar veya değerlendirir
(9).Sonuç olarak, hipnotize edilen kişi
iradesinden yoksun değildir ama bunu kullanma veya bunun farkında olma fonksiyonu
azalmıştır (9,10,11).
Disosiyatif belirtilerin gelişiminde iki faktör önemlidir: 1-psikolojik
faktörlerler, 2- çevre faktörleri. Bu
modeldeki psikolojik faktör hipnotizabilite (hipnoza yatkınlık) (hipnoza yatkınlık )
kapasitesidir. Hipnotizabilite
(hipnoza yatkınlık) kalıtsal ve biyolojik olarak belirlenmiştir. Hipnotik bu
kapasite, çocukluk çağının ortalarından
(5 yaş dolayından) itibaren, erken adolesan çağına (10-14 yaş dolayına) kadar artar
ve daha sonra da kognitif gelişme,
formal operasyonlar yönünde gerçekleşip erişkin yaşta stabilize oldukça azalır
(18,19). Hipnotizabilite (hipnoza
yatkınlık), erişkin çağda nisbeten stabil bir eğilimdir (12,13,20) ve kitap okumak
veya bir film seyretmek gibi günlük
aktiviteleri sırasında hiçbir zaman tamamen dalgın duruma gelmediklerini bildiren ve
formal hipnoza tamamen dirençli
olan normal bireylerden, kendiliğinden trans durumlarına geçmeye eğilimi olan ve
hipnotik endüksiyona ve önerilere
ileri derecede elverişli olan bireylere ( "grade 5 sendromu" 12,21)kadar değişik
derecelerde mevcut bulunabilir.