Eski adıyla Çoğul Kişilik veya DSM-IV ve 5’deki
adıyla Disosiyatif
Kimlik
Bozukluğu(DKB) 'nun, kronik bir
posttravmatik stres sendromu olduğu görüşünde birleşmişlerdir (19,32,33). DKB'da
aynı bireyde, davranışları tekrar
tekrar ele geçiren, her birinin kendine özgü algılama ve tepki gösterme özellikleri
olan en az iki farklı alter
kişiliğin varlığının tespiti demektir. DKB gerçi bellek ve kimlikteki şiddetli bir
bozukluk olarak tanımlanırsa da
birçok araştırmacı, özel duygulanım durumların çoğu zaman kognitif içerik ve
farkında olma fonksiyonuyla
bölümlendiğine dikkati çekmişlerdir(1).
Birçok teorisyen, kimliklerin şiddetli travmatik sıkıntılarla baş edebilmek amacını
güden disosiyatif tepkiler olarak
geliştiğine ve emosyonel durumunun sonraları tekrar aktive olmasının, bununla
mücadele etmek amacıyla geliştirilmiş
olan kimliğin yeniden sahne almasıyla sonuçlandığına inanmaktadır.
Bliss (16), ifade bulmak için kimlikler/kişilikler gelişmesine yol açabilen, bir
düzineden fazla emosyonel yaşantı
saymıştır. Bliss'e göre "değişik bir egonun aktive olması ya da ortaya çıkması
genellikle kişinin bizzat kendisinin
yoğun bir emosyonel durum içerisinde olduğuna işaret etmekte ve bu emosyonel
durumun, daha önce özelliği öfke, korku,
red, yalnızlık ya da yetersizlik duygusu olan bir kişiliğin özelliği olduğunu
göstermektedir. Bu durumda duygulanım,
disosiyatif kimlik bozukluğundaki birçok disosiye kimliğin hem gelişmesine zemin
hazırlamakta hem de bunların anlamını
belirlemektedir.
Bliss (16, 21) ve Spiegel D ve Cardena (8), DKB'nun; hastadaki, psikolojik ya da
fiziksel bir tehlike karşısında kendiliğinden ortaya çıkan ve "farkına varılmamış,
kötüye kullanılan self-hipnoz" olduğunu öne sürmüşlerdir(21).
DKB vakalarının katıldığı birçok çalışmada hastalardaki ortalama hipnotizabilite (
hipnoza yatkınlık) düzeylerinin, diğer psikotik gruplara ve normal kontrollara
kıyasla dikkat çekecek kadar yüksek bulunması, bu görüşle bağdaşmaktadır(35, 36,
45).
Bellek bozuklukları, posttravmatik durumların karakteristik özellikleridir.
Gerçekten de amnezi; travma geçirmiş popülasyonlarda (37) ve bu arada savaşa
katılmış askerlerde , konsantrasyon kamplarından sağ kurtulanlarda ve işkence,
tecavüz ve çocukluk çağındaki fiziksel veya cinsel kötüye kullanım vakalarında
belgelenmiştir.
Brown (38), travmatize bireylerden oluşan popülasyonların üçte bire kadar çıkabilen
bir bölümünde travmatik olayın, hiç ya da kısmen anımsanmadığını gözlemlemiştir.
Travmanın önemli bir yönünün anımsanamaması, gerek ASB, gerekse PTSB teşhisinde
kardinal bir semptom olarak işe yarar. Vietnam savaşına katılan eski askerler
arasında amnezi, PTSB vakalarının, PTSB vakası olmayanlardan ayırt edilmesini
sağlayan semptom olarak görülmüştür(39). Vietnam gazilerinde çocukluk çağındaki
kötüye kullanım eyleminin şiddet derecesinin, erişkin yaşta savaşla bağlantılı
travma amnezisinin gelişeceğini haber veren bir tahmin faktörü olduğu
bulunmuştur(19). Ayrıca tecavüz kurbanı kadınlardan 3 aylık izleme sırasında PTSB
teşhis edilenlerin travmadan hemen sonrasına ait bellek bozukluklarına rastlanma
olasılığının, PTSB gelişmeyen tecavüz kurbanlarına kıyasla anlamlı şekilde daha
fazla olduğu görülmüştür(31). Bu çalışmalar PTSB'daki bellek ve bilgi işlemde
patolojik prosesin öncelik taşıdığı izlenimini vermektedir(1). PTSB'daki travmatik
bellek içeriği disosiyasyonuna çoğu zaman, hipnotik fenomenleri akla getiren diğer
özellikler eşlik eder (14, 40, 41) ve bu durum, söz konusu popülasyonun
hipnotizabilite ( hipnoza yatkınlık)sinin çok yüksek oluşuyla da bağdaşır(14,42).
Travmatik deneyimin bazı bölümlerine ait selektif amnezisi olan hastaların, aynı
olayın diğer yönlerini de tam ayrıntılı olarak anımsayamaması, kişinin travmatik
olay sırasında dalgın olabileceği izlenimini vermektedir(41). Dahası, sonraki
zorlayıcı birikimler, travmatik geriye dönüş (=flashback')'ler ve travmatik olayı
yeniden yaşama atakları da, hem bilinçli dikkati perçinleme kapasiteleri ve hem de
son iki durumda, olayın geçmişte cereyan ettiğinin farkında olunmaması bakımından
dalgınlığı işaret etmektedir. Bu dalgınlık durumlarından her biri, o andaki mental
durumda da bazı dissosiasyonun söz konusu olduğunu göstermektedir. Daha önce de
söylediğimiz gibi travmayla bağlantılı çevredeki olaylara karşı artmış bir
duyarlılığın varlığı, hipnotik durumlardaki telkinlere elverişli olmaya
benzemektedir. Bu semptom, önceden anlatılan ve dalgınlığa neden olan zorlayıcı
bellek durumlarını davet edebilmesi nedeniyle, disosiye bellek açısından özel bir
önem taşır(1).
Bazı PTSB vakalarındaki travmatik geriye dönüş (=flashback')'ler veya semptomların
tekrar tekrar yaşanması, hipnozla
meydana getirilen hallüsinasyonların patolojik analogudur. Bu ataklar sırasında
hasta birkaç saniyeyle saatler arasında
değişebilen bir süre boyunca disosiye durumda kalır ve travmatik
olayı anımsadığını değil de, o anı
aynen, yeniden
yaşadığını hisseder. Bu durum olasılıkla, güçlü bir pozitif
hallüsinatuvar durumu belleğin
içeriği yönündeki, son
derece güçlü, o andaki diğer bütün algılamaların disosiye olduğu ve kişinin anılarla
o anki durumu ayırt etme
kapasitesini geçici olarak kaybettiği bir dalgınlık durumunu yansıtır. Bu şekilde
geriye dönüş ya da olayın yeniden
yaşanması, travmayı anımsatan çevre uyaranları etkisiyle gerçekleşebilir (43) ve
asıl olaydan yıllarca sonra bile
görülebilir (44). İstenmeyen ve ileri derecedeki bir dalgınlık şeklinde olan bu
deneyimler, kontrol edilemeyen
otohipnozun bir yönünü temsil ediyor olabilir; PTSB hastalarındaki hipnozabilite
düzeylerinin son derece yüksek
olduğunu doğrulayan birçok çalışmanın bulguları (15,42,45,), bu savımızı
desteklemektedir(1).
Çocukluk çağında şiddetli fiziksel cezalara çarptırılmak gibi erken travmatik
deneyimlerin, normal popülasyonlarda
(46,47), ve klinik popülasyonlarda (29,48) artmış hipnotizabilite (hipnoza
yatkınlık)ye katkıda bulunabildiği
izlenimini veren kanıtlar vardır. Eğer bu ilişki gerçekse, disosiyatif kimlik
bozukluğu (DKB) vakalarının
anamnezlerinde çoğu zaman mevcut olan, tekrarlanan cinsel ve fiziksel kötüye
kullanım ve yüksek düzeyde hipnotizabilite
( hipnoza yatkınlık) şeklinde genellikle karşımıza çıkan bulgulara ışık
tutabilir(16,18,20,49,50). Bu gruptaki yüksek
düzeyde hipnotizabilite (hipnoza yatkınlık)nin, disosiyatif kapasitesi doğal olarak
yüksek bulunan bireylerde
cezalandırıcı bir ortam içerisinde DKB gelişme olasılığının yüksek olduğu; buna
karşılık benzer ortamlarda bulunan,
ancak hipnotizabilite (hipnoza yatkınlık) düzeyi düşük olan diğer bireylerde ise
daha başka psikopatolojilerin daha çok
geliştiği, çoğu zaman kabul edilir(51).
Çocukluk çağı gelişme dönemindeki fiziksel veya cinsel kötüye kullanımın disosiyatif
süreçleri harekete geçirmesi,
özellikle mümkündür. Tekrarlanan travmalar karşısında hipnotizabilite ( hipnoza
yatkınlık) ve bunun yol açabildiği
disosiyasyon, mücadele aracı olarak aşırı miktarda kullanılabilir ve daha sonra da
iyice gelişerek kendisini, sürekli
disosiyatif semptomlar şeklinde gösteren bir savunma tarzı şekline
bürünebilir(18,20,29,50). Bazı gözlemciler özellikle
de DKB söz konusu olduğunda disosiyasyon eğiliminin, kötüye kullanımla ilgisi
olmayıp yalnızca stres doğuran ve daha
önceki disosiyatif reaksiyonlara zemin hazırlamış durumlara duygulanım bakımdan ya
da başka bakımlardan bağlantılı
durumları da kapsayacak şekilde yaygınlaşabileceğini öne sürmüşlerdir(50).
Böylelikle disosiyasyon, nispeten
gelişigüzel kullanılan bir savunma mekanizması haline gelebilir(1).
Disosiyatif deneyimlerin çoğu zaman, hayal kurmak gibi normal, sık rastlanan,
zararsız bir evreden başlayarak DKB
gibi, ender görülen, patolojik bozukluklarla devam eden bir süreklilik içerisinde
yer aldığı kabul edilir(51-53). Bu
sürekliliğin yalnızca söz konusu durumlar arasındaki fenotipik benzerliği mi
yansıttığı, yoksa otohipnoz gibi, arka
planda yer alan gerçek bir ortak mekanizmanın göstergesi mi olduğu, henüz
kanıtlanabilmiş değildir. Bu olasılıkların
ikincisi daha mantıklı gibi görünmektedir(1).
Patolojik disosiyasyonun en göze çarpan belirtisi anımsanamayan anılardır. Ancak
patolojik disosiyasyonda bilinçli
farkında olma fonksiyonunun kontrol edilmesiyle sınırlanan belirtiler de vardır.
Disosiyatif bozukluklar, birçok
alanı birlikte ilgilendiren disosiyatif süreçleri kapsar. DKB'nu karakterize eden,
düzelmesi olanaksız duygulanım ve
bellek disosiyasyonu, bunun açık bir örneğidir(1).
Amnezi ise, disosiyatif bozuklukların temel bir özelliğidir. Janet'e göre (28)
amnezi, bütün histerik somnambulistik
durumların başlıca psikolojik karakteristiğidir ve birbiriyle bağlantılı olan
anılar, hisler, düşünceler algılamalar
gibi mental olayların; kişiliğin eksekütif kontrol fonksiyonlarındaki azalmadan
kaynaklanan patolojik disosiyasyon
sürecinin bir bölümünü oluşturur. Bu gibi disosiyasyonlar, farkında olma
fonksiyonunun içeriği üzerindeki kontrolun
kaybına, karmaşık otonom düşünce altsistemlerinin gelişmesinin engellenmesine ve bu
sonuncunun, kişinin kendi
deneyiminin bir bölümü olduğunun anlaşılamamasına, bilinememesine yol açar.
Otohipnozun patolojik disosiyatif durumlara olan katkılarıyla ilgili incelememizi
tamamlamak için; telkinle ya da
kendiliğinden gerçekleşen amnezideki hipnotik trans fenomenini, yaş küçülmesini ve
"gizli gözlemci(=hidden observer)"
etkisini anlatacağız. Bunların herbiri, bellek ve kimlik disosiyasyonuyla özel
bağlantılara sahiptir(1). Hipnotik
durumlardaki amnezi fenomeni, telkinle ya da kendiliğinden gerçekleşen olmak üzere
iki çeşit olabilir. Posthipnotik
telkinle sağlanan amnezi, represyonun deneysel analogu olarak ve gerek bellekteki,
gerekse diğer deneysel alanlardaki
disosiyatif süreçleri incelemek amacıyla yaygın şekilde kullanılmıştır. Amnezide
disosiye olan materyal, hipnoz
sırasında gerçekleşen olaylar ya da hipnozu uygulayanın belirlediği başka materyal
olabilir. Hipnotik amnezi, yalnızca
unutmaktan ibaret değildir(56-58). Hipnozun en bilinen karakteristiği olmasına
karşılık hipnotik materyal konusundaki
kendiliğinden amnezi, gerçekte oldukça enderdir ve hipnoz uygulanabilen kişilerin
%10'undan daha küçük bir bölümünde
gözlemlenir(59). Bu çeşit amnezi, hipnotik kapasiteleri en yüksek olan hastaların
(örneğin grade 5 vakaların 12) ayırt
edilmesinde kullanılan temel kriterlerden biri olarak kabul edilmektedir. Öte
yandan, hipnotize edilebilen insanların
üçte bir kadarı, telkin edilen posthipnotik amneziye pozitif cevap verir(59).
Çocukluk Çağı Travmaları, Çoğul Kişilik (Disosiyatif Kimlik Bozukluğu) olan
bireylerin hipnoza yatkınlıkları çok iyi
olduğu için bu vakaları hipnozla tedavisi diğer yöntemlere göre daha konforlu ve
deha rahat bir şekilde ve başarı ile
yapılabilmektedir.